OSMANLI DONANMASI
Ali Rıza İşipek
Onaltıncı yüzyılda Barbaros Hayrettin Paşa zamanındaki Türk Donanması’nın stratejisi;
“Türk Donanması dünyanın geri kalan donanmalarının toplamından daha güçlü olmalı ve daima aynı seviyede tutulmalıdır” olmuştur.
Belki gemi sayısı bakımından değil, fakat teknelerin mükemmelliği, personelin eğitim ve disiplini, deniz topçusunun menzil üstünlüğü göz önüne alındığında bu strateji XVI. Asır boyunca başarı ile uygulanmıştır diyebiliriz. Dünya Deniz Harp Tarihi incelendiğinde Türkiye’ den sonra ancak, iki devlet; İngiltere ve ABD, bu derecede iddialı bir stratejiyi uygulamayı başarmışlardır. 19. asırda İngiliz donanması dünyadaki donanmaların toplam gücünden daha üstün seviyede tutulduğu gibi, İkinci Dünya Harbi’nden sonraki yıllarda da aynı hususu ABD gerçekleştirmeye muvaffak olmuştur.
Savaş gemisi, personelin eğitimi, topçuların üstünlüğü gibi hususlar tamamen donanma için geçerli olan hususlardı. Buna karşılık bir ülkenin denizcilik gücü sadece donanmasından ibaret olmamalıdır. Deniz Ticaret Filosu da en az o ülkenin muharip gücü kadar önemlidir. İkisini aynı seviyede yüksek tutmayı başaran ülkeler daima başarılı olmuştur. Osmanlı ise ticareti adeta bir eziyet veya ikinci derecede bir husus olarak görmüş ve bu yüzden de sadece gayrimüslimlerin veya yabancıların tekelinde deniz ticareti yapılmıştır.
Bu durum özellikle denizci yetiştirilmesinde büyük sıkıntılara yol açacaktır. Çeşme’de kaybedilen 5.000 denizci, İnebahtı’da yitirilen 30.000 denizci, Osmanlı Donanması’nın uzun müddet kendine gelememesinin en büyük nedenidir. Dünyanın en büyük tersanelerinden biri olan İstanbul Tersanesi’nde o zamanın imkânlarıyla bir sene içinde yepyeni bir donanma inşa etmek mümkün idi. Ancak, onu kullanacak olan kaptanları, topçuları, gabyarları yetiştirmek seneler almaktadır.
Deniz ticareti ile uğraşmak, hem ticari gemi faaliyetlerinin sürekliliği, hem de bu ticaretin korunması için savaş gemileri faaliyetlerinin sürekliliği anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devleti, ticaret yapmak, en azından kendi ürettiği malları kendisi taşımak yerine, fethettiği topraklar üzerinde uyguladığı “karacı stratejisini” denizlerde de uygulamaya Çalışmıştır.
Ticaret gemilerinden, limanlardan, mallardan gümrük ve vergi almayı, yani kolay ve kalıcı olmayan yolu tercih etmiştir. Böylece bir yandan denizlerden yeterince gelir temininden yoksun kalındığı gibi, ticaret gemilerinin denizci personel potansiyelinden de mahrum kalınmıştır.
Gerçek anlamda deniz gücüne önem veren padişah, Fatih Sultan Mehmet’tir. Fatih Sultan Mehmet, Gelibolu Tersanesi’nde gemi yapım işlerine hız vermiş, kısa zamanda 147 parçalık bir deniz gücü meydana getirerek komutanlığına Baltaoğlu Süleyman Bey’i atamıştır.
Osmanlı’nın ilk zamanlarında; Gelibolu ve Karamürsel’de, Karasi Beyliği’nden alınan Edincik’de, Bizans’dan alınan Kocaeli’nde tersaneler bulunuyordu. Gelibolu Tersanesi, düzenli ve büyük ilk Osmanlı Tersanesi’dir. 1390’da şehrin harap olan dış kalesi yıkılarak iki kule inşa edilmiş ve liman ıslah edilerek gemi inşa tezgâhları, malzeme depoları, çeşmeler, peksimet fırınları ve baruthaneleri ile Gelibolu tam teşekküllü bir tersane halini almıştır.Gelibolu’nun bir deniz üssü olmasından sonra İzmit, Karamürsel ve Edincik Tersaneleri’ndeki gemiler buraya alınmıştır
İstanbul’un fethini takip eden on sene içinde Fatih donanmanın güçlenmesine azami önem vermiş ve İstanbul’da iki tersane daha kurdurarak gemi yapımını hızlandırmıştır. Bu dönemde Osmanlı Donanması Ege Denizi’ne açılmaya başlamış ve 1463 de Eğriboz Adası Muharebesi’nde ilk defa Venedik’e ait bir filo mağlup edilerek Halkis Kalesi zapt edilmiştir.
Takip eden dönemde donanmanın yardımıyla Kırım fethedilmiş ve Karadeniz bir Türk gölü haline sokulmuştur. Akdeniz’de ise Osmanlı farklı bir strateji uygulamış ve deniz ticaret yolları üzerlerindeki ada, kale, üs ve limanları uzun ve zahmetli mücadelelerden sonra ele geçirmiş ve özellikle Doğu Akdeniz’de deniz egemenliğini tesis etmiştir.
Kuruluş devrinde tesis olunan Gelibolu Tersanesi’ne ilave olarak yükseliş devrinin ana tersaneleri, İstanbul Tersanesi (200 göz inşaat kızaklı), Sinop Tersanesi, Samsun Tersanesi, Kefken Tersanesi, Tuna Tersanesi (Rusçuk), Süveyş Tersanesi, ve Birecik Tersanesi’dir.
Osmanlı donanması 1499’da İnebahtı, 1500’de ise Modon, Koron ve Navarin’i ele geçirecektir. Denizciliğin önemini kavrayan Yavuz Sultan Selim(1512–1520), kuvvetli bir donanma kurulması yönünde harekete geçmiş ve Piri Paşa’nın gayretleri ile İstanbul Tersanesi genişletilmiştir.
1517 yılında Mısır, Suriye, Hicaz tamamen Osmanlı kontrolüne girer. Mısırın fethi, Osmanlı Devletini Okyanus dünyasına bağlamış, İmparatorluk karakteri kazandırmıştır. Mısır seferi’nin başarıya ulaşmasından sonra Osmanlı donanması 300 gemiden oluşan bir güç ile iskenderiye limanı’na girmiş, liman ile birlikte mısır donanması da teslim alınmıştır.
Yavuz Sultan Selim’den sonraki Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) dönemi, Osmanlı deniz tarihinin en parlak dönemi olmuştur. bu dönemde Barbaros Hayrettin Paşa ve Turgut Reis gibi kıymetli denizcilerin tecrübelerinden önemli oranda yararlanılmış Karadeniz bir Türk gölü haline getirilirken Kızıldeniz ve Akdeniz’de de üstünlük Osmanlı bahriyesi’ne geçmiştir.
1522 yılında ise Kurdoğlu Muslihiddin komutasındaki Osmanlı donanması Rodos adasını almıştır. Barbaros Hayrettin Paşa, kardeşleri ile birlikte; 1515 yılında Cezayir’i ele geçirerek Cezayir krallığı’nı kurar ve 1532 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı devlet hizmetine alınır.
Osmanlı denizciliğine altın devrini yaşatan Barbaros Hayrettin Paşa, Tunus, Mayorka, Pulya, Korfu, Venedik ve Akdeniz seferlerinde önemli başarılar elde etti. 27 Eylül 1538 tarihinde Andrea Doria komutasındaki 600 gemilik Haçlı Donanması’na karşı 302 gemi, Turgut ve diğer reisler ile birlikte kazanmış olduğu Preveze Zaferi Türklerin Akdeniz’deki üstünlüğünü tartışmasız hale getirmiştir.
1551’de Turgut reis komutasındaki Osmanlı donanması Trablusgarp’ı Saint Jean şövalyelerinden aldı. Bunun üzerine Turgut Reis’e karşı 30.000 asker ve 200 parça gemiden oluşan bir Haçlı Donanması kuruldu. 1560 yılında Cerbe’de icra edilen deniz savaşında Kaptan-ı Derya piyale paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, galip geldi.
Donanmanın bir imparatorluk için “olmazsa olmaz” olduğunu anlamayan devlet yöneticileri, bu tür atamalarla Osmanlı devleti’nin yıkılmasına zemin hazırlamış, düşman devletlere çok kolay zaferler kazandırma yolunu açmış ve güç dengesinin Osmanlı aleyhine dönmesine sebebiyet vermişlerdir.
Osmanlı Donanması 568 yıl Kaptan-ı Deryalar tarafından yönetilmiştir. Bu dönem içinde 204 Kaptan-ı Derya görev yapmış, bunlardan 174 tanesi maalesef denizle en ufak ilgisi olmayan şahıslar olduğundan, donanmamız etkinlikle yönetilememiştir. Bu dönem içinde denizcilikten yetişmiş sadece 30 kaptan-ı Derya görev yapmış, Osmanlı Donanması da bu süreler içinde kendini yenileyebilmiş ve etkin bir güç olmuştur.
Osmanlı donanması 2 Ağustos 1571 tarihinde Kıbrıs’ı fethetmiş daha sonra ise İnebahtı savaşında haçlı donanmasına yenilmiştir. Osmanlı donanması’nın İnebahtı (Lepanto) ‘da yok olmasından sonra çok kısa bir süre içinde İstanbul ve Gelibolu tersaneleri başta olmak üzere bütün Osmanlı tersanelerinde hızlı bir faaliyet başlatıldı. 2 haziran 1572 tarihinde 200 parçadan oluşan yeni bir donanma oluşturuldu ve 1574 yılında Tunus yeniden Osmanlıların eline geçti. Kılıç Ali Paşa’nın kaptan-ı deryalık yaptığı bu 16 yıllık dönemde de Osmanlı devleti donanması, yine dünyanın en güçlü donanması olarak varlığını korumayı başarmıştır.
Osmanlı Donanmasının XVI Yüzyıl boyunca sancak gösterdiği diğer bir deniz ise Hint Okyanusu olmuştur. II Beyazıt, 1511 yılında Memluk Sultanı‘nın yardım çağrısı üzerine Hamid Reis’i Mısır’a gönderir. Artık Osmanlı Hint Okyanusundadır.
1514 yılına gelindiğinde ise Selman Reis’in gündeme geldiğini görmekteyiz. Bu sırada Süveyş Tersanesinde bulunan Selman Reis yanında getirmiş olduğu marangoz, demirci ve diğer ustalarla birlikte Sultan’ın Donanması için 20 adet gemi inşa eder. Mısırlı tarihçi İbn – İyas Süveyş’te Selman Reis’in emrinde 2.000 kadar Osmanlı askeri bulunduğundan bahseder.
Osmanlı Donanmasının bölgedeki gücünü gösteren diğer bir belgede 1525 yılında Selman Reis’in raporudur. Selman Reis Cidde Limanında şu gemilerin ve silahların bulunduğunu belirtir;
6 baştarda, 8 kadırga, 3 kalite, 2 kayık
298 top ( 7 şahmeran top, 13 yan topu, 57 darbozan top, 29 şayka top,
95 demir top, 97 prangı top)
400 kantar barut
Selman Reis ayrıca personel olarak ta 77 usta, 20 topçu ve 1000 gemicisi olduğunu anlatır. Gemilerin inşa maliyeti olarak ta 120.000 altın harcandığını belirtmektedir.
Mısır Beylerbeyi olan Hadım Süleyman Paşa ise 1530 – 1531 yıllarında masrafları Mısır hazinesinden karşılanmak üzere 80 parçalık bir donanma inşa etmişti. Süleyman Paşa’nın donanmasında ise şu gemiler bulunmaktaydı ;
17 kadırga, 27 kalite, 2 kalyon, 4 gemi ve 26 küçük tekne olmak üzere toplam 76 parça.
Personel sayısı olarak ise 20.000‘e varan rakamlar çeşitli tarihçiler tarafından telaffuz edilmektedir. Ancak gemi büyüklükleri ve kapasiteleri göz önüne alındığında bu rakamın 10.000 civarında olması gerektiği kabul edilmelidir.
Hadım Süleyman Paşa komutasında ki Osmanlı Donanması 5 Ağustos 1538 günü Aden’i ele geçirecektir. Aynı yıl içinde Akdeniz’de de Barbaros’un Haçlı Donanması’na karşı büyük bir donanma ile karşı koyması ve zafer elde etmesi Osmanlı Donanmasının gücünü ve hareket kabiliyetini göstermesi açısından çok önemlidir.
1550’li yıllarda ise Pîrî Reis ve Seydi Ali Reis Hint Kaptanlığına tayin edilir.
Açe Sultanının yardım talebi üzerine Osmanlı buraya silah asker öğretmen ve sanatkarlardan oluşan bir yardım heyeti yollamaya karar verir. Mısır Kaptanı Kurdoğlu Hızır Reis komutasında 19 kadırga ve 3 yük gemisinden oluşan donanma, Sumatra veya Endonezya Seferi olarak anılan bu seferi icra eder. Donanmaya Süveyş Kaptanı olarak Mahmut Reis komuta eder. Burada Hızır Reis Açe Sultanlığına on beş tanesi uzun menzilli ve büyük çaplı olmak üzere top, çeşitli silah, personel ve iki kadırga bırakarak geri döner. Yapılan bu seferin uzun bir mesafeye kürekli gemiler ile gidilmiş olmasından dolayı denizcilik açısından çok önemli bir yönü bulunmaktadır
Hint Seferleri sonunda, önceden Portekiz denetiminde olan Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu sularında, artık, Osmanlıların mevcudiyeti tartışılmaz hâle geldi. Özellikle Kızıldeniz’de yerli halkın yardımlarına rağmen Portekizliler Osmanlı yüzünden hiçbir zaman hakimiyet kuramadı ve giremediler. Bu Osmanlı Donanmasının önemli bir başarısıdır.
16 YY‘da Osmanlı Donanması tamamen çektiri türü gemilerden oluşmaktaydı. Bunlar genellikle oturak sayılarına göre sınıflandırılırlardı. Yaptıkları görevler farklı olduklarından dolayı da Filo kuruluşlarında hemen her tipten gemi bulunurdu.
Çektiriler temel olarak beş ayrı isim altında toplanabilir. Bunlar küçükten büyüğe doğru Fırkate, Perkende, Kalite, Kadırga ve Baştarda’dır.
Firkate-firkata:
İtalyanca’da frigata, Arapça’da fırakata, Osmanlıca’da ise firkate veya fırkata olarak isimlendirilen bu tip teknelere Fransızlar fregate, İngilizler ise frigate diye adlandırmıştır.
10 ila 17 oturaklı, uzun ve dar, ince ve narin tekneler olup her bir küreği 2 veya 3 kürekçinin çektiği, tek direk üzerine bir tam ve bir yarım latin yelkeni olan, genellikle karakol ve haberleşme maksatlarında kullanılan teknelerdir.
Perkende:
İtalyanca’da brigantino deyiminden gelme bir isim olup yabancı bahriyelerde brigantin olarak kullanılmıştır.
18 ila 20 oturaklı, 24 ila 26 metre boyunda, her küreği 2 veya 3 kürekçinin çektiği, iki direkli 2 latin yelkenli, sığ sularda büyük teknelerin manevralarına, çekimlerine yardımcı, gerektiğinde ateş kayığı olarak da kullanılan, boş tarafında bir top’u olan bir teknedir.
İtalyanca Egalietta, Fransızlarda Galiote, İngilizlerde galiot diye isimlendirdikleri bu tip tekneler 20 ila 22 oturaklı, her küreğini 4 kişinin çektiği, boyu 26 ila 28 metre, genellikle düşmanı takip görevlerinde kullanılan, bu nedenle baş taraflarında bir koğuş (takip) top’u olan bu tip tekneler garp ocaklarında çarpışmalarda da kullanılan, 100 ila 120 kadar muharip taşıyan, Osmanlı ince donanmasında Tuna’da da kullanılan bir savaş teknesi idi.
Kadırga :
Normalde 25 oturaklı, esas muharebe hattı gemileri olup, bütün Akdeniz devletlerince kullanılan, yelkenleri olduğu halde genelde kürekle kullanılan, kaimeler arası boyu 50 ila 55 metre, kemereler arası 6 ila 7,5 metre olup, tekne yükseklikleri 3 metre olup, bu yükseklik kıçta 6 metreye ulaşan, baş ve kıçlarda birer kasara’sı olan bu teknelerde gemici olan personelden başka 100 ila 150 yeniçeri askeri de bulunur, bunlar genellikle Anadolu askeri Çeşme’den, Rumeli askeri ise Eğriboz adası’ndan alınırdı.
Ortalama bir kadırganın personeli genelde 300 – 350 arasındadır. Bunların yaklaşık 200’ü kürekçi, 100 civarı savaşçı, 50 civarındası ise gemicidir.
Baştarda :
Kadırganın daha büyüğüdür. 26 ila 36 çift kürek ile ve her küreğin 6 ile 7 kürekçinin çektiği, normal olarak 600 personeli vardı. Bu miktar kaptan paşa baştardasında 800 kişiye ulaşır, mevki ve makam durumuna göre yarım, orta ve paşa baştardası olarak da 3 sınıfa ayrılırlardı.
Osmanlılar, yükseliş devrinde hem kürek ve hem de yelkenle seyir kabiliyeti olması nedeniyle kadırga inşasına önem verdiler. Hıristiyan devletlerde kadırga inşa etmekte ve bu tekneleri birkaç kat bakırla kaplayarak bir nevi zırhlı hale sokmakta, daha fazla asker ve top taşımalarını sağlamaktaydılar. Batılılar ayrıca, yelkenli gemi inşasında çok ehemmiyet vermekte, kudretli kalyonlar inşa ederek her mevsim denizlerde filolar bulundurabilmekteydiler. Osmanlı Filosu son baharda İstanbul’a dönünce, onlar büyük yelkenlilerle denize açılırlar, sahillere ve adalara saldırırlardı. Sahil ve adalardaki kaleler kara kuvvetleri ile savunulur, denizden bahara kadar yardım görmezlerdi. Bu suretle ilkbahar ile sonbahar arasında Akdeniz’de Osmanlı Filosu hâkim olur, kış aylarında ise Hıristiyan Filoları rakipsiz denizlerde dolaşırlardı. Osmanlılar kış aylarında denizlerde filo bulundurmayı hiç ele almadılar ve bu durum çöküş devrine kadar sürüp gitti.
Tersane-i Amire’de ilk kalyon 1644 yılında inşa edilmiştir. 1660 da 30 adet kalyonun inşası için kapsamlı faaliyetlere başlanmış böylece donanma mevcudundaki gemi çeşitlerinde büyük bir değişme olmuştur. Ancak, bu dönemde kalyon inşası uzun süre devam etmemiştir. Kalyon kullanımı için gerekli eğitim ve altyapı donanmaya kazandırılamadığı için Fazıl Ahmet Paşa döneminde 1661 yılında tekrar kadırga kullanımına ve inşasına dönülmüştür.
Kalyon inşasına 1679’da tekrar 10 gemi (bu gemilerin 4’ü üç ambarlıdır) ile başlanmış 1685 ile 1699 yılları arasında kalyon inşasına hız verilmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında tekrar kalyon inşasında duraklama dönemine girildiğini ve Tersane-i Amire’de gemi tamirinin gemi inşa faaliyetlerinin önüne geçtiğini görüyoruz.
Mezemorta Hüseyin Paşa 1699 yılında kalyon filosunun kuruluş sayısını kırka çıkarmak için hükûmetten karar aldığı gibi komutanların terfilerini de kanuna bağlamıştır.Bu sayede Osmanlı Donanmasının Kalyon devrine girişi kanunlaşmıştır. Daha sonra Haziran 1701 ise, Donanma Kanunnamesi Padişah II. Mustafa tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.
Türk Donanması’nın kalyon devrine girmesini kanunlaştıran Mezemorta Hüseyin Paşa öldükten sonra (1701) yaptığı kanun gereği yerine kapudane getirilmişse de bu maddeye aykırı tayinlerin yapılması gecikmemiştir. Padişah ve Vezir-i Azam tarafından denizci olmayan personelin Derya Kaptanlığına tayinleri tekrar başlamıştır. Fakat donanma, kanunun diğer maddelerini uygulamaya devam ettiğinden muharebe kabiliyeti süratle yükselmiştir.
Osmanlı denizcileri, Akdeniz ve Hint Okyanusu’nda rakipleriyle rekabete tutuşmakla kalmamış, yeni keşfedilen bölgelere ilgi duyarak Atlantik Okyanusu’na da çıkmıştır. Türkler, düzenli bir filo ile ilk kez 1585 yılında Cebelitarık Boğazı’nı geçerek Atlantik Okyanusu’na açılmıştır. Murat Reisin sevk ve idaresindeki bu küçük Türk filosu, Kanarya adalarının kuzeydoğusundaki Lanzarato Adası’nı ele geçirmiş ve adanın valisi ile birlikte 300 kişiyi esir alarak, kayıp vermeden üssüne dönmüştür. Murat Reis, 1617 yılında Portekiz’e ait Maderia Adası’nı işgal ederek, 1200 esir almış ve ana üssü olan Cezayir’e geri dönmüştür
Murat Reis’in Atlas Okyanusu’na yapmış olduğu seferlerin en önemlisi, 15 parçalık bir filo ile 1627 yılında yapılan İzlanda harekatıdır. Murat Reis, bu harekata Manş Denizi’ni geçerek başlamış, İzlanda’da 26 gün kalan Türk denizcileri, adayı kontrol altında tutmuş, 400 esir ve büyük bir ganimetle Cezayir’e geri dönmüştür. Yaklaşık 2800 deniz mili olan geri intikal seyri 27 günde tamamlanabilmiştir.
Türk denizcilerinin Atlantik’teki varlığının bir başka örneği ise İngiltere’nin güneydoğusundaki Lundy Adası’nın, diğer bir Murat Reis komutasında 30-40 kadar kadırgadan oluşan bir Türk filosu tarafından 1655 yılında işgal edilerek, burada üs tesis edilmesidir. Bu küçük adaya istinaden 5 yıl boyunca Atlantik’te akın harekatı icra edilmiş, yüzlerce gemiye el konulmuş, Manş Denizi İngiliz Donanmasına kapatılmış, İngiltere sahillerinden sadece 6 deniz mili uzaklıkta olan bu adanın Türklerden geri alınamaması nedeniyle bir çok İngiliz Amirali görevden alınmıştır.
Atlantik Okyanusu gibi geniş bir harekat alanında ortaya konulan böylesine cesur ve atılgan bir hareket tarzı, Türk denizcisinin denizcilik, coğrafya bilgi ve becerisi ile askeri yeteneğinin açık bir göstergesidir. İleri üs olarak kullanılan Lundy Adası’nın, Amerika ve Akdeniz’e seyreden ticaret gemilerinin konvoy teşkil etmek için toplanma noktası olması, Türklerin coğrafya ve stratejiyi en uygun şekilde birleştirebildiklerini ortaya koymaktadır.
Padişah II.Mahmut devrinde Osmanlı Tersanelerinde büyük bir faaliyet devam etmiş, birçok gemiler yapılmıştır. Navarin’den sonra Derya Kaptanı Damat Halil Rıfat ve Çengeloğlu Tahir Paşaların büyük çaba ve çalışmaları ile kuvvetli bir donanma vücuda getirilmiştir.
1829 tarihinde İstanbul Tersanesinde yapılan 3 ambarlı “MAHMUDİYE” Kalyonu devrinin en büyük gemisi idi. Uzunluğu: 200,5, Eni: 56-Yüksekliği 28-Çektiği su 25,5 Kadem idi. 128 topu ve 1280 personeli vardı. Mühendisi MEHMET Efendi, Mimarı MEHMET KALFA idi. Bu kalyon Kırım Savaşında (1854) Patrona (Koramiral) Mehmet Paşa Komutasında ve Ateş Ahmet Bey (Bilahare Paşa) yönetiminde İngiliz-Fransız-Sardunya Birleşik Donanması ile birlikte Sivastopol’ü bombardıman etmiştir. XIX. yüzyılda gönülleri fetheden ve halk dilinde efsaneleşen bu kalyon Padişah Abdülhamit II devrinde envanterden çıkarılmıştır.
Osmanlı Bahriyesinde stim devri, Padişah MEHMET II zamanında başlar. 1828 yılında Padişah için İngiltere’den “SWİFT” isimli gemi satın alınmış, 1831 yılında ise ilk stimli harp gemisi olarak da Amerika’dan 1000 ton (United States isimli) “MESİR-I FERAH” korveti Osmanlı Bahriyesinde hizmete girmiştir.
1832 yılında Amerikalı “FOSTER RHODES” isimli gemi inşa mühendisi İstanbul’a gelerek Osmanlı Bahriyesi’nde hizmete alınmış, muhtelif tarihlerde Kalyon-Fîrkateyn-Uskuna-Vapur yapmıştır. Keza ilk buharlı gemi de “ESER-İ HAYR” silahlı vapur-285 ton-1839 Tersane-i Amire’de yapılmıştır (Yandan Çarklı)
Padişah Abdülaziz devri Osmanlı Bahriyesi için Bahriyeye verilen üstün önemden ötürü pek parlaktır. Bu devrede Osmanlı Bahriyesi dünya klasmanında gerek nitelik ve gerekse nicelik olarak İngiltere’den sonra ikinci sıraya yükselmiştir. Denizcilikten yetişme olan Ateş Ahmet ve Ahmet Vesim Paşaların Kaptan Paşalıkları süresinde İngiltere’ye gemiler ısmarlanmış, İstanbul Tersanesinde İzmit ve Gemlik tezgahlarında gemiler yapılarak kuvvetli bir Donanma meydana getirilmiştir. Bu dönemdeki Osmanlı Donanması :
11 adedi İngiltere-5 adedi Fransa-3 adedi İstanbul tersanelerinde yapılmış 19 zırhlı
2 adedi İstanbul-2 adedi İzmit-1 adedi Sinop tersanelerinde yapılmış stimli/yelkenli 5 kalyon
2 adedi İstanbul-2 adedi İzmit-1 adedi İskenderiye(Mısır) stimli yelkenli 5 firkateyn
4 adedi İngiltere-3 adedi Osmanlı tersanelerinde yapılmış 7 korvet
4 adedi Osmanlı tersanelerinde-2 adedi İngiltere alınma 6 silahlı gemi.
23 adedi Osmanlı tersanelerinde,20 adedi Avrupa tersanelerinde yapılmış nakliye gemisi.
Ayrıca Tuna Nehir Filosu için Stimli Zırhlı Top Dubaları(Monitörler)
1876 tarihinde Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra, Osmanlı Bahriyesi tarihinin en karanlık ve acıklı felaketine uğramıştır. Padişah Murat, pek kısa bir süre sonra Padişah olan Abdülhamit II, Osmanlı Donanmasını, büyük korkular içinde Haliç’e kapayarak çürümeye ve personeli de, aylarca maaş alamayacak surette kaderleri ile baş başa bırakmışlardır.
1877-78 Osmanlı Rus Harbi yenilgimiz ile sonuçlanmış, Kıbrıs adası İngiltere’ye kiralanmış, Tunus Beylerbeyliğimiz Fransızlar-Mısır Hidiv’liğimiz İngilizler tarafından işgal olunmuş, Arnavutluk ve Girit’te isyanlar devam etmiştir.
1897 Yunan-Osmanlı savaşına katılmak için Haliç’ten donanmanın çıkartılması sırasında donanmanın, perişanlığı karşısında gerek Haliç sahillerini ve gerekse Kumkapı-Haydarpaşa kıyılarını dolduran Millet, Donanmanın perişanlığı karşısında göz yaşlarını tutamamışlardır. Sonuç olarak ta Osmanlı Donanması zar zor Çanakkale’ye gidebilmiştir
Sultan Abdülaziz’in, dünya klasmanında ikinci sıraya kuvvet ve kudret olarak yükselttiği donanma 20 yıllık süre içinde Haliç’de şamandıralara bağlı ve çifte demir ile kıçtan kara, bir kez dahi kazan fayrap etmeden, maaşlarını alamadan maaş cüzdanlarını yarı değerinde Galata Yahudi ve Rum Bankerlere kırdırarak zaman öldürmüşlerdir.
XX Yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış dönemidir. Padişah II. Abdülhamit devrinin kapandığı 1908 Meşrutiyetin İlanında, Bahriye’nin elinde çeşitli baskılar sonucu alınan Hafif Kruvazör (Hamidiye-Mecidiye) ile millete hoş görünmek, günah çıkarmak maksadı ile sağlanan 8-10 hafif tonajlı, torpidobot dışında büyük bir hurda demir yığınından ibaret Donanma elde kalmıştı.
Donanma’nın perişanlığı, asker-sivil bazı aydınlarda hem büyük üzüntü yaratmış bir kısmı birleşerek 19 Temmuz 1909 tarihinde “Donanmayı Osman-ı Muaveneti Milliye Cemiyeti” adı İle bir dernek kurarak Türk halkının büyük sevgisi ve katılımı sonucu geniş ölçüde maddi yardım toplamayı başarmışlardır.
Toplanan paralar ile Almanya’da 4 muhrip “YADİGAR-MİLLET, GAYRET-I VATANİYYE, MUAVENET-İ MİLLİYE, NUMUNE-i HAMİYET” ve Almanya’dan BARBAROS ve TURGUT Zırhlıları ile 5 adet büyük nakliye gemisi alınmıştır. İNGİLTERE’ye ise iki adet Zırhlı Muharebe Gemisi siparişi verilmiştir.
Gerek birinci gemini siparişinde, gerekse ikinci geminin satın alınmalarında gemilerin bedelleri peşin Osmanlı Altın Lirası olarak İngiliz şirketine, İngiliz devletinin garantisi altında ödenmesine, gemileri teslim almak üzere İngiliz hükümetinin resmen daveti sonrası iki geminin de çekirdek personeli Nisan ayı içinde ingiltere’ye gönderildiği halde, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, gemilerin eksiksiz ve zamanında teslimini garanti eden İngiliz Devleti tarafından gemilere el konulmuş ve İngiliz Donanmasına devredilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı Ingiltere-Fransa ile Almanya -Avusturya/ Macaristan arasında başlamış olsa dahi bu savaşa Osmanlı Devletinin ancak 27 Ekim 1914, yani el koyma operasyonundan 3 ay sonra dahil olması karşısında İngiltere Devletinin bu tutumu, hiçbir uluslararası hukuk kuralı çerçevesinde haklı görülemez.
Birinci Dünya Savaşı’nda Merkezi Devletler (Almanya-Avusturya/Macaristan) safında savaşa katılmamız nedeni ile Bahriye’nin modernleşme gayretleri maalesef neticelenememiştir.
Bu savaşın Çanakkale cephesindeki donanma, NUSRET Mayın gemisinin harekatı, Muavenet-i Milliye gemisinin kahramanlığı, Çanakkale Boğazı’nın savunulmasını sağlamış ve müttefik filolara geçit vermemiş, Karadeniz’de ise yine Osmanlı Donanmasının güçlü varlığı sayesinde İstanbul Boğazı tek bir askerimizin kaybına neden olmadan savunulmuş ve Rus Ordusu bu donanma gücünden çekindiğinden dolayı İstanbul Boğazı’na aynı anda benzer bir çıkarma harekatına girişememiştir.
Kurtuluş savaşı sürecinde ise, bir avuç genç Deniz Subayı ordunun kudretini çok büyük ölçüde yücelten “Harp silah, araç ve gereçlerini römorkör, yelkenli, taka, silahları sökülmüş ganbotlardan oluşan gemilerle her türlü riski göze alarak, Anadolu Milli Hükümeti’ne, ulaştırmıştır.
220.000 ton civarındaki bu silah ve mühimmat Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasında büyük bir rol oynamıştır.