Müze ressam işbirliği ile denizcilik tarihimizin tuvallere yansıtılması
Ali Rıza İşipek
Girne Üniversitesi
Denizcilik Tarihi Araştırma Merkezi Müdürü
Emir Çaka Bey ile başlayan yaklaşık on asırlık bir maziye sahip olan denizcilik tarihimiz maalesef tuvallere yeterince yansıtılamamış, kahraman denizcilerimizin portreleri, şanlı zaferlerimiz, denizlerimizde asırlarca seyrederek insan ve mal taşımış olan ticaret teknelerimiz ve savaş gemilerimizin tasvirleri kitaplarımızda yeteri kadar yer alamamıştır.
Türklere özgü olan “ tarihi yapmak, ancak tarihi yazmamak” özelliği plastik sanatlarda da maalesef geçerli olmuş, tarihimizin gelecek nesillere aktarılmasında en önemli araç olan resim sanatı birazda İslami yasaklar nedeniyle ihmal edilmiştir. Tarihimizin tuvallere dökülmesi çalışmalarına XIX. yüzyılda asker ressamların öncülüğünde başlanmış ancak bu dönemde de üretilen eserler ihtiyaca cevap verememiştir.
Bu bildiride denizcilik tarihimizdeki görsel eksikliğini giderebilmek maksadıyla 2007 yılında İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığında başlatılan müze – ressam işbirliği çalışmalarının başlamasını, alınan sonuçları ve geleceğe yansımalarını sizlere aktarmayı hedeflemekteyim.
Öncelikle sizlere bu konudaki çalışmaların neden ve nasıl başladığını aktarmak istiyorum.
Resim sanatındaki bu üretim eksikliğini doğal olarak kitaplarımızda da görebiliriz. Bugün deniz tarihimizin en büyük zaferi nedir diye sorduğunuzda hemen herkes “ Preveze
Deniz Zaferi “ diyecektir. Peki bu zafer ile ilgili bugüne kadar kaç kitap yazılmıştır diye hiç kendi kendinize sordunuz mu, veya literatüre baktınız mı kaç adet kitap yazılmış acaba diye?
Preveze’den sadece 33 yıl sonra Haçlıların kazandığı İnebahtı savaşı ile ilgili olarak yazılmış olan tarih kitaplarını araştırdığınızda ise karşınıza yüzlerce kitap çıkacaktır. Preveze zaferi ile ilgili olarak ise karşısına maalesef sıfır rakamı çıkacaktır. Bilemiyorum bu sonuca şaşırdınız mı, ancak gerçek bu maalesef. Sadece Preveze Zaferi ile ilgili değil Gazavat-ı Hayrettin tercümelerinin dışında Barbaros Hayrettin Paşa ile ilgili de bir tarih kitabı henüz yazılmamıştır. Bazı roman ve masal kitaplarını bu kapsamın dışında tuttuğumu belirtmek isterim.
Sonuçta bu kitapları yazmak öncelikle askeri tarihçilerin görev olmalıydı. Bende Deniz Harp Akademisindeki öğretim üyeliği görevim esnasında, geç olsa da bu eksikliği bir ölçüde giderebilmek amacıyla, Preveze ve Barbaros temalı kitap çalışmalarıma başladım. Sonunda bu sene yazım işlerinin tamamlandığını ve halen grafik tasarım aşamasında olduğumuzu ifade etmek isterim.
Kitabın görsel olarak ta zengin olmasını arzu ediyordum. Yaptığım ilk incelemelerde ikinci büyük şokla karşılaştım diyebilirim. Preveze Deniz Savaşı ile ilgili olarak hepinizin bildiği, Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın da kullandığı sadece ve sadece tek bir tablo bulunmaktaydı. Bu tablo da ressam Ohannes Umed Behzad’ın 1866 yılında yapmış olduğu çalışmadır. Bu resim ile ilgili olarakta bilahare açıklamada bulunacağım.
Osmanlının bir zaferi olması sebebiyle de doğal olarak yabancı ressamlar da bu savaşı tuvallerine yansıtmamışlardır. Kısacası 300 sayfalık bir kitaba ben sadece tek bir tablo koyabilecektim ki bu da benim açımdan kabul edilebilecek bir durum değildi.
Preveze Zaferi ile ilgili olarak ikinci alternatif ise bunları ressamlara sipariş vermekti. Ressamlarla irtibata geçtim, çocuk okutan bir memur olarak bu maliyetin altına girmem için ekonomik şartlarımı oldukça zorlamam gerektiğini anladım. Dolayısıyla geriye tek bir alternatif kalıyordu, iş başa düşmüştü, madem kitabını yazmıştım, resmini de ben yapacaktım.
Resme karşı ne kadar kabiliyetim var bilemiyorum ancak, perspektif ve teknik resim eğitimi almıştık, gemi inşacı olduğumdan az çok çizime de meraklıydım. Hocalardan ders alarak Preveze Deniz Savaşı’na ait tabloları resmetmeye başladım. Tablolarım sergilere kabul edilmeye başlandı, asker ressamlar arasına girdim.
Bu arada diğer bir gelişme oldu ve İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığına tayinim çıktı. Kurmay bir subay olarak müzenin ilk kurmay komutanı olmuştum ancak bu tayin benim zaten anketlerimde ilk tercihim olmuştu. Dolayısıyla çok sevinmiş ve kafamdaki projelerle birlikte göreve başlamıştım. Göreve başlamamın ikinci haftası Ankara’da zamanın Dz. K.K. Ora. Metin Ataç’a bu projeleri anlattığımda kendisi de çok şaşırmış ve ne zaman bu projeleri hazırladığımı sormuştu.
Müzedeki görevimde beni ikinci bir şok bekliyordu. Tablo envanterini incelediğimde sadece Preveze ile ilgili değil, bir çok konuda zaferlerimiz veya denizcilerimiz ile ilgili görsel bir eser olmadığını fark ettim. Büstü olmasına karşılık tüm dünya tarafından tanınan Piri Reis’imize ait bir tablo yoktu. Bu zafiyet sadece XVI. Yüzyıla ait değildi. XX. Yüzyıla ait Çanakkale savaşımıza ait bile 2-3 resim dışında bir tablo maalesef mevcut değildi. Kurtuluş savaşımızın kazanılmasını sağlayan Karadeniz nakliyatına ait tek bir tablo bile elimizde yoktu. Bu soruna bir çözüm bulmam gerekiyordu.
Bu arada müzeye bazı ressamlar başvuruyor ve ellerindeki resimleri pazarlamak istiyorlardı. Bir örnek vermek gerekirse ismi “Preveze Deniz Savaşı” olan bir tabloyu getiriyorlar, bakıyorsunuz gemiler XVII yüzyıl kalyonları. Bu resmi siz müze olarak nasıl Preveze Deniz Savaşı tablosu diye alacaksınız?
Başka bir örnek vermek istiyorum yine Preveze Deniz Savaşı ile ilgili. Deniz tarihimiz ile ilgili önemli bir konferansta bir hocamız Barbaros ve Preveze’den bahsediyor ve sunumunda Barbaros’un yeni donanması diyerek bir resim koyuyor. Tablodaki gemiler 1850 lerin kalyonları. Tarihçi olan bu hocamız sadece 3 asırlık bir hata yapıyor. Bir asırlık daha hata yapsa ve 1950 lere gelse uçak gemilerinin tablosunu koyup Barbaros’un Donanması ve yeni gemileri diyebilirdi. Maalesef bu bildiri ve tabloda konferans sonu basılan kitapta yayımlandı.
Buradaki amacım belki de şu anda Profesör olmuş olan bu hocamızı tenkit etmek değil tabi ki. Bu hocamız da benim gibi konu ile ilgili görsel bulmakta zorlanmış ve yelkenli gemilerin olduğu bir tabloyu, belki biraz da görsellik katmak için kullanmıştı. Sonuçta tarih bölümünden mezun olmuştu ancak, gemi tipolojisi ile ilgili bir eğitimi veya deniz tabiyesi ile ilgili bir bilgisi mevcut değildi. Dolayısıyla onun için tablolar arasında bir ayırım yapma ve yorumlama imkanı bulunmuyordu.
İşte bu aşamada size daha önce bahsetmiş olduğum ve Ohannes Umed Beyzad tarafından yapılmış olan Preveze Deniz Savaşı tablosuna dönelim.
Tabloda ön planda Barbaros ve Andrea Dorya tasvir edilmeye çalışılmıştır. İki amiralin gemileri yan yanadır ve Andrea Dorya ellerini kaldırmış ve teslim olmaktadır. Arka planda bir kalyon yanmakta ve bazı kadırgalar arası mücadele sürmektedir. Buraya kadar her şey normal gibi gözükebilir.
Tabloyu önce bir tarihçi gözüyle inceleyelim:
Preveze Savaşı süresinde Barbaros ve Andrea Dora hiç karşı karşıya geldi mi? Gelmedi.
Barbaros gemisiyle doğrudan bir çatışmaya girdi mi? Bilgilerimiz dahilinde girmedi.
Şimdi de deniz tarihçisi gözüyle inceleyelim :
Barbaros Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Deryası olarak hangi tip gemi le savaşa katılmıştır ?
Tabi ki bir paşa baştardası ile. Bu gemilerin özelliklerine bakarsak 32 – 36 çifte kürekli olduğunu, her bir küreğin 5 – 7 kürekçi tarafından çekildiğini, personelinin yaklaşık 800 kişi olduğunu görürüz. Kaptan-ı Derya baştardalarında mutlaka kıçta üç fener bulunurdu. Kıçtaki köşk kısmında rahatlıkla 15 – 20 kişi oturabilirdi. Paşanın muhafızlarda burada bulunurdu
Şimdi bu bilgilerle tabloyu inceleyelim : Koskoca Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin savaşa kıç tarafından tek fener olan 50 kişilik 6 çifte bir kayıkta katılıyor. Tabi ki kıç tarafındaki köşk kısmı da reislerin ve diğer personelin rahatlıkla içinde oturabileceği bir yer değil adeta bir iki kişinin içine sürünerek girebileceği bir kümes. Kaptan – Derya’nın İstanbul’da gezinti maksatlarıyla kullandığı kayığında bile daha fazla kürek ve kürekçi vardır.
Tablonun sağ arka planında görülen yanan kalyon da yine bir XVIII. Yüzyıl kalyon kıçına aittir. Dolayısıyla Preveze savaşına iştirak etmiş olamaz.
Ressamına dönersek; XIX. Yüzyılda yaşamış olduğunu görürüz. Henüz Türkiye’de bir müzenin açılmadığı, bilgisayar ve internetin gibi iletişim araçlarının olmadığı, ulaşım imkanlarının kısıtlılığı nedeniyle diğer ülkelerdeki arşiv ve müzeleri görme olanağının olmadığı bir devirde Umed Beyzad’ın böyle bir resmi tamamen hayal mahsulü olarak herhangi bir kaynak ve veriye dayanmadan tasvir ettiği görülecektir.
O devirde Topkapı kayıkhanesinde mevcut Sultan kadırga haricinde bir kadırgayı da denizlerde görme şansı bulunmayan Umed Beyzad’ın kadırga tipolojisi hakkında da kapsamlı bir bilgisi olmadığını kabul edebiliriz. Sonuçta tarihsel bilgi, gemi tipolojisi ve deniz tabiyesi açısından gerçekleri yansıtmayan bir tabloyu da, Osmanlı ve Türkiye yıllardır bir alternatifi bulunmadığından kabullenmek durumunda kalmıştır.
Tarihi gerçeklik olayın birinci boyutudur. İkinci boyutu da tablo veya eserin orijinallik durumu ya da yaşıdır. Yaygın kanı olarak “müzelerde sergilenmesi için illa ki 50 yıllık veya 100 yıllık olması gerekmektedir” inanışı hakimdir.
Bu anlayıştan yola çıkarsak Ohannes Umed Beyzad’ın tablosu 150 yıllıktır, dolayısıyla bu eser doğrudur ve müzede sergilenir. Cevap ve yorumunu sizlere bırakıyorum. Bu konuya ileride tekrar döneceğim.
Yabancı ülkelerdeki deniz müzeleri ve deniz tarihini nasıl yansıttıklarını inceledik. Hollanda, İtalya, Rusya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler bu konuda oldukça şanslıydılar. Çünkü hakikaten yetişmiş deniz ressamları vardı ve hemen hemen tüm zaferlerini ve komutanlarını resmetmişler ve bunları saklamışlardı. Kurumsallaşmaya da çok önceleri başladıklarından bizden asırlar önce müzelerini kurmuş, bunları üretmeye ve muhafaza etmeye başlamışlardır.
Tüm bu imkanlarına rağmen yine de bir çoğu bünyelerinde ressamlara yer vermiş ve sürekli olarak tablo üretimine ve koleksiyonlarını zenginleştirmeye devam etmiş ve halende devam etmektedirler. Bu kapsamda Portekiz’de Deniz Müzesi, Deniz Arşivi ve Kütüphanesinde yapmış olduğumuz bir inceleme gezisinde ilginç tespitlerimiz de oldu.
Portekiz Müzesinin ve kütüphanesinin başında bir tümamiral ile bir tuğamiral görev yapmaktaydı. Bu husus bizleri oldukça şaşırtmıştı. Bir değil iki amiralin birden muharip görevler yerine, bizde bir anlamda geri hizmet gibi görülen makamlara atanmasını yadırgamıştık. Neden böyle bir uygulama olduğunu sorduğumuzda aldığımız cevap şuydu:
“Portekiz Donanması olarak yakın bir gelecekte bir deniz savaşı yapma olasılığımızın oldukça düşük olduğunu değerlendiriyoruz. Bu nedenle Deniz Kuvvetleri olarak öncelikli görevimiz, denizcilik mirasımızın gelecek kuşaklara öğretilmesi ve aktarılmasıdır. Dolayısıyla muharip filolarımız kadar müze, kütüphane gibi kültür kurumlarımızın yönetimi de bizim için son derece önemlidir. Bu nedenle bu kurumların başına mutlaka amiral seviyesinde görevlendirme yapılmaktadır.“
Bu tecrübelerden de faydalanarak İstanbul Deniz Müzesi olarak 2007 yılında “ müze – ressam işbirliği “ projemizi başlattık. Bu projenin üç bacağı bulunmaktadır;
– Deniz tarihçisi
– Gemi tipolojisi uzmanı
– Ressam
Müze olarak ilk iki uzmanlığa sahiptik ancak ressamımız yoktu. Araştırmalarımız sonucunda iki ressam ile bu işi sürdürebileceğimizi gördük. Bu ressamlar Cumhur Koraltürk ve Refik Aziz idi.
Cumhur Koraltürk Bab-ı Ali de yetişmiş usta bir isimdi. Tam bir deniz tutkunu olan Koraltürk denizi çok seviyor, yıllardır gemi modeli ve deniz tabloları yapıyor, donanma gemilerini adeta ezbere tanıyordu. Özellikle metal gemilerde son derece başarılıydı.
Refik Aziz ise Rusya’da resim eğitimini almış Azeri kökenli bir ressamdı. Özellikle portre ve tarihi resimlerde çok başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Bu iki ressamımıza tarihi şahısların kıyafetlerini, büstlerini, silahlarını, gemilerin elimizde mevcut resimlerini, hatta kadırganın kendisini sunduk, savaşların krokilerini çizdik.
Sonuçta deniz tarihimize ait bir çok resmi müzemize ve müzelerimize kazandırdık. Artık Piri Reis’imizin bir portresi vardı, Kurtuluş savaşında İnebolu Deniz Nakliyatını tasvir eden bir tabloya sahiptik, Osmanlı donanmasının neredeyse katılmış olduğu tüm savaşları eksiksiz tuvallere dökmüştük.
Tabloları üretmiştik ancak önümüzde bir sıkıntı daha vardı. Bu resimlerin kabul edilmesi, başka bir tabirle kanıksanması. Kısacası daha önce bahsettiğim illa da “eski tablo” olması gerekliliği.
Bir tarihte müzemizi ziyaret eden ve son derece büyük bütçeler harcayarak restore ettiğimiz, altın varaklarını bile doğrudan darphaneden aldığımız ve tamamen 24 ayar altın varak kaplı saltanat kayıkları hakkında “ Bu müze ne kadar görgüsüzmüş, soba boyası ile güzelim saltanat kayıklarını boyamışlar” diye yazan, sanat alanında Türkiye’nin en tanınmış köşe yazarlarından birisi gibi bir çok isime bunları kabul ettirmemiz gerekliydi. Ama biz buna inanmıştık ve doğru yaptığımızı biliyorduk.
Dz.K.K.nımızın müzeyi ziyaretinde kendisine dünyadaki en eski Piri Reis tablosunun envanterimize dahil edildiğini rapor ettim. Heyecanla kaç yıllık diye sordu. Bende sadece bir yıllık tablo olduğunu, ancak dünyada Piri Reis ile ilgili başka bir tablo olmadığından elimizdeki bu tablonun otomatik olarak dünyadaki en eski Piri Reis tablosu unvanını taşıdığını belirttim. Bu tabi ki espri amaçla bir sözdü ama kesinlikle doğruydu.
Piri Reis tablomuz 2013 yılında UNESCO tarafından ilan edilmiş olan 500. Yıl anma etkinliklerinde Kültür Bakanlığı, Dz.K.K.lığı ve Türk Tarih Kurumu tarafından kullanıldı ve tarihteki yerini aldı. Piri Reis, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ve Ertuğrul tablolarımız darphanede hatıra madalyonu olarak basıldı.
Günümüzde incelendiğinde Kiristof Kolomb’un kırk farklı portresine rastlayabilirsiniz. Çünkü yaşadığı dönemde önemli biri olduğu ve tarihe mal olacağı anlaşılamamıştı. O devirde fotoğraf da henüz icat olmadığından geriye tek bir çare kalmıştı o da belirli verilere dayanarak portresini canlandırmak ve bunu kabul etmekti. Bu şekilde portreleri üretilmiş müze ve kitaplarda yerini almıştır.
Müzeye kazandırılan bu eserler aslında tarihimize kazandırılmış eserlerdi. Bu eserler asırlarca müzenin envanterinde kalacak tarihimiz görsel açıdan bu eserler ile aktarılacak ve kitaplarda yerlerini alacaktır, zaten almaya da başlamıştır. Demek ki doğru bir şey yapmışız
Aslında Deniz Müzesi benzer bir çalışmayı 1940’lı yıllarda ressam Feyhaman Duran ile yapmış ve deniz tarihimize ait yirminin üzerinde tablo üretilmiştir. Şu anda iyi ki zamanında bu çalışma yapılmış ve müzeye bu eserler kazandırılmış demekteyiz.
Gelecek yüzyıllarda yaptığımız bu projenin ve ürettiğimiz bu eserlerin kıymetinin çok daha iyi anlaşılacağını ve takdir edileceğini değerlendiriyorum.