Cezayirli Gazi Hasan Paşa
Ali Rıza İşipek
ali.isipek@gmail.com
Osmanlı Devletine uzun yıllar her kademede hizmet vermiş, kararlılığı ve cesaretiyle tanınan Osmanlı denizcisi ve devlet adamıdır. 1713 – 1716 yılları arasına Gelibolu’da veya Kafkasya’da doğduğu rivayet edilmektedir. Heybetli görünüşünden, bıyıklarının büyük ve iri olmasından dolayı önceleri kendisine “Palabıyık” lakabı verilmişse de, sonraları; “Cezayirli” ve “Gazi” unvanları ile anılıp meşhur olmuştur.
Hasan o tarihlerde cesur denizciler kaynağı olarak bilinen Garp Ocaklarına katılmaya karar verdi. Cezayir….. uzak ufuklar… engin denizler….o sıralarda İstanbul’dan Akdeniz’e dönen bir Cezayir gemisi Tekirdağ’a uğramıştı. Hasan gemiye kabul edilir.
Yolda büyük bir ispanyol gemisine rastlanır. Hasan’ın insanüstü bir gayreti sonucu bu gemi ele geçirilir. Cezayir sancakları ve flamaları ile donatılan, gerekli personel ile takviye edilen gemi, kahramanlığından dolayı Hasan Reis’e bırakılır.
Hasan Reis artık hayalindeki hedeflere sırayla ulaşmaya başlamış, kendisine Cezayir’de bir kahvehane verilmiş ve hemen “Dayılık” sınıfına alınarak “Cezayir Dayısı” olmuş kısa bir zaman içinde de “Telemsan Beyliği”’ne yükselmiştir. Artık tüm yaşamı boyunca adeta kendisiyle özdeşleşeceği ve her zaman için öncelikle bu nam ile anılacağı “Cezayirli” ünvanını taşımaya başlamıştır.
Cezayirli zamanında Osmanlı Akdeniz’i, Barbaros Hayrettin devri kadar geniş ve sonsuz değildi. Venedik’in denizlerdeki egemenliği sona ermişti, ancak, denizlerin egemenliği önemli oranda İngilizlere geçmişti. İspanyollar da İngilizler kadar olmasa dahi denizlerdeki varlıklarını sürdürüyorlardı. Bu duruma gelinmesinin elbette çeşitli sebepleri vardı. Her şeyden önce tabi ki, Osmanlı yönetiminin denizciliğe ve Kaptan-ı Deryalık makamına verdiği önemin azalması gelmekteydi.
Cezayirli de boş vakitlerini ıssız çöllerde aslan avı ile geçirirdi. Bütün bu avlardan da başarıyla çıkmış, yavru bir aslanı ise yanında büyüterek kendine alıştırmıştır.
Cezayirli, daha sonra Osmanlı Donanması’na alınarak
1761 yılında “Şehbaz-ı Bahri” kalyonu kaptanlığına getirilmiş,
1762’de “riyale” rütbesini almış ve irade ile “Berid-i Zafer” kalyonu süvariliğine atanmıştır
1766 yılında ise “Patrona” rütbesi verilerek “Ükab-ı Bahri” kalyonu kaptanlığına geti-rilen Hasan Bey aynı yıl sonunda “Peleng-i Bahri Kalyonu” kaptanı olmuştur.
1768’de “Neheng-i Bahri” ‘kalyonu kaptanlığına getirilen Hasan Bey, gösterdiği başarılarından dola¬yı ‘Kapudane-i Hümayun” rütbesi ile Kaptan Paşa’dan sonra gelen en büyük makama terfi etmiştir.
1768 yılına gelindiğinde İngilizlerin büyük desteği ile Ruslar Akdeniz’e inmiş, Mora’ya asker çıkarmış, Osmanlı yönetimi ise ancak o zaman uyanabilmişti. Akdeniz’e gelen Rus donanmasının karşısına, Kaptan-ı Derya Hüsameddin Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması çıkacaktı. Cezayirli Hasan Bey ise Hüsameddin Paşa’dan sonra gelen ikinci kıdemli komutan durumundaydı.
Mora ve Ege’de iki donanma bir çok kez karşı karşıya gelmiş, ancak Midilli muhafızlığından gelen yani aslında bir karacı olan Hüsamettin Paşa denizden korktuğundan ve deniz savaşları ile ilgili en ufak bir bilgisi dahi olmadığından, Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın tüm muhalefetine rağmen her zaman için muharebeden kaçmayı tercih etmiştir.
Bu kaçış Çeşme Limanında tüm donanmanın yanması ile son bulmuştu. Bu savaş öncesi de Hüsamettin Paşa donanmayı terk edip çoktan karaya çıkmış, kendini emniyete almıştı. Savaşın ilk günü Toprak ada civarında yanarak batan Osmanlı ve Rus amiral gemileri Burcu Zafer ve Yevstafy’nin enkazları halen Çeşme sularındadır.
Ruslar, Çeşme’deki başarılarından sonra 10 Temmuz 1770’te Limni Adası’na asker çıkartarak, adanın batısındaki kaleyi kuşatma altına alırlar. Hasan Paşa, Limni adasının düşmesinin fecî sonuçlar doğuracağını takdir ettiğinden, bu durumu Seddülbahir muhafızı Moldovancı Ali Paşa’ya anlatarak, tehlikeyi İstanbul’a duyurdu. Bunun üzerine Çanakkale halkından ve kalyonculardan sağlanacak 3.000 kişilik bir kuv¬vet ile, adanın yardımına gidilmesi emredildi ise de, bu kadar kuvvet sağlanamadı ve Hasan Paşa ancak 800 kişilik bir fedai kafilesinin başına geçerek adaya çıkar ve göğüs göğüse cereyan eden mücadele neticesinde Ruslar limanda yatan gemilerine firara mecbur olurlar.
İki yıldan beri karada ve denizde devam eden savaşlarda alınan mağlubiyetlerden sonra Limni’nin kurtulduğu haberini duyan Padişah III. Mustafa, çok sevinir ve Ekim 1770’de Cezayirli Hasan Bey’e üç tuğlu vezirlik rütbesi vererek Kaptan-ı Derya yapar.
1772 yılında Çanakkale Boğazı Seraskeri Moldavancı Ali Paşa’ya felç geldiği için Tekirdağ’da ikamete gönderilmiş ve Cezayirli Gazi Hasan Paşa’ya, Kaptanı Deryalık uhdesinde kalmak üzere Çanakkale Boğazı Seraskeri ünvanı da verilmiştir. 1772 yılı süresince Ruslar Türk sahillerinin ablukasını ilan ettilerse de, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ile her karşılaştıklarında yenilgiden kurtulamamışlar önemli bir başarı elde edememişlerdir.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın Anadolu Valiliği ve Rusçuk seraskerliği
Katerina emrindeki Rus Orduları bir türlü durmak bilmiyorlardı. 1774 yılında Ruslar Tuna ordularını takviye ederek saldırıya geçerler. 21 Ocak 1774 tarihinde ise vefat eden III. Mustafa’nın yerine I. Abdülhamit tahta geçecek ve Gazi Hasan Paşa yerine vekaleten Melik Mehmet Paşa’yı Kaptan-ı Deryalığa getirecek, kendisine bu seferde Anadolu valiliği ile Rusçuk Seraskerliği verilecektir.
Gazi Hasan Paşa burada da kendine gösterilen güveni boşa çıkarmamış Rusları bozguna uğratmıştır. Rusçuk, Silistre ve Varna’da zaferler kazanılmış ancak diğer cephelerde Maraşel Romanzoff komutasındaki Rus kuvvetlerine karşı konulamamıştır. Bunun üzerine Bulgaristan Güney Dobruca’daki Kaynarca kasabasında 21 Temmuz 1774’te Küçük Kaynarca Anlaşması imzalanmıştır.
Rus ticaret gemilerinin Karadeniz’le Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olması ve istedikleri zaman boğazlardan geçebilmeleri, Osmanlı limanlarında kalabilmeleri Karadeniz’in artık bir Türk gölü olmaması sonucunu doğurmuştur ki, Osmanlı Devleti için en önemli kayıplardan biri olacaktır. 1.500 senelik bir Türk yurdu olan Kırım elden çıkmıştır.
Kaynarca Antlaşmasından sonra Cezayirli Gazi Hasan Paşa ikin¬ci kez Kaptan-ı Deryalığa getirilmiş ve 15 yıl bu görevde kalmış, Padişah üzerindeki tesiri ile vezir-i azamları gölgede bırakarak, bir yerde “Saltanat Atabeyi” olmuştur.
İSYANCILARLA MÜCADELE
Osmanlı Devlet düzeninde rütbe sırası açısından, sadrazamdan sonra Kaptan Paşa gelirdi. Kaptan Paşalar sadrazam haricinde her yerde herkese karşı mutlak amir durumundaydı. Kaptan paşalar aynı zamanda bütün sahillerin genel valisi idi. Bu nedenle gittiği limanlarda, yöneticileri denetlemek, halkın şikayetlerini dinlemek, genel asayişi sağlamak ve adalet dağıtmak yine onların göreviydi.
Cezayirli, 16 Nisan 1775 perşembe günü, İzmir civarında eşkiyalık eden İvaz’ın yok edilmesi için Ege Denizine hareket emrini alır. Cezayirli hemen denize açılır ancak bu esnada Akka’da Şeyh Tahir’in isyanı İstanbul’da ciddi endişelere sebep olmuştu. Sadaretten Kaptan Paşa’ya bir mektup gelir. Mektup özetle şöyleydi;
“Maiyetindeki donanmadan bir sefinenin dahi memuren donanmadan ayrılmasına meydan vermeyerek, ikinci bir emre kadar Kıbrıs sularında keşifte bulunulmasını”
Ancak, Cezayirli, “İvaz” sorununun halledilmesini padişah emri olarak algılamış olduğundan bu işi bitirmeden Sadaretin emrini dinlemek niyetinde değildi. Aslında Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası Rusya ile ilişkiler özellikle Karadeniz’de oldukça kritik bir noktaya gelmişti. Burada donanmanın yapacağı bir harekat ile son sözü söylemek mümkündü. Dolayısıyla Donanmanın tüm eforunu Karadeniz için ayırması, Anadolu içlerinde olan ayaklanmalara farklı kuvvetlerin müdahale etmesi gerekmekteydi. Bu maalesef gerçekleşmemiş ve koskoca Kaptan-ı Derya ve Osmanlı Donanması isyan bastırmakla görevlendirilmişti.
Kısa bir süre sonra İvaz, Eğridere’de yakalanır ve Kaptan Paşa’nın huzuruna çıkarılır. Sonuçta İvaz ve bölükbaşılarından ele geçen yirmi kadarı idam edilir. Bir görev daha başarı ile sonuçlandırılmıştı Şimdi sırada. “Suriye’li Şeyh Tahir Ömer meselesini halletmek” vardı.
Hayfa limanına vardığında şehir halkının Kaptan Paşaya karşı tepkisi oldukça soğuktu. Herhangi bir karşılama veya sevinç gösterisi yapılmamıştı. Çünkü halk Tahir Ömer’in zulmünden bıkmış, kendilerini koruyacak güçlü bir hükümetin kalmadığına inanmıştı. Bu nedenle Donanmanın gösterdiği büyük Osmanlı bayrağına karşı belki bir saygı gösterme gereği duymuşlardı ancak, bunu rahatça ifade edememişlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu gibi çok geniş sahil şeridine sahip ülkelerin donanmaları, bu kıyıları koruyacak ve kollayacak kapasitede olmak zorundadırlar. Güçlü bir donanmaya da sahip olmak tek başına yeterli olmayacaktır. Halkın da bu donanmaya zaman zaman fiilen görmesi ve onun gücüne inanması gerekmektedir.
Cezayirli ertesi gün su almak üzere silahlı kalyoncularını karaya çıkardı. Kale muhafızı Şeyh Tahir Ömer’in oğlu Osman Tahir ise halka emir vererek donanma askerlerinin kaleye girmelerini engeller. Bu davranış üzerine gece yarısı saldırı başlatılır, kaleye gönderilen birkaç humbara muhafızların akıllarının başlarına gelmesini sağlamaya yetecektir. Ertesi gün Hayfa kapıları Cezayirli’nin heybetli kalyoncularına açılır. Bu zafer, hiç kimseye bir zarar verilmeden kazanılmış, atılan üç humbara, o donanmanın gücünü kanıtlamaya yetmiş, itaat etmelerini sağlamak için yeterli olmuştu.
Hayfa, asıl hedef olan Akka’nın biraz güneyinde kalmaktadır. Cezayirli gemilerini sığlıklara rağmen surlara oldukça yanaştırarak kaleyi adeta denizden kuşattı.. Muharebe pek uzun sürmez.. Osmanlı devletinin gücünü gören Akka Kalesi ve şehri ise direnişi hemen bırakmıştı. Kaptan Paşa, büyük bir törenle Tahir Ömer’in sarayına girer. İsyana iştirak eden şehrin ileri gelenleri tespit edilir ve gereken cezaları derhal verilir.
KIRIM HARBİ ( 1776 -1779)
Cezayir’li Kaynarca Antlaşmasının pek açık olmayan ve yoruma açık maddelerinden çok çekinmiş ve bu nedenle ¬Kırım Harbi’ne girmek istememişti. Bu savaşı elinden geldiği kadar ertelemeye çabalamış donanmanın eksiklerini tamamlamadan ilan edilecek bir harbin daima aleyhinde görüş sunmuştur. Ancak kendisinin Mısır’da bulunmasını fırsat bulan İstanbul beklememiş, bu harbi vaktinden önce ilan etmiştir.
Cezayirli bu arada donanmanın yenilenmesine ve eğitimine öncelik vermişti. Avrupa’da gittikçe gelişen kalyon teknolojisini uygulayabilmek için tersanenin tezgahlarını geliştirmek gerektiğini ve bu konuda yabancı uzmanların desteğini alması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden Fransız gemi inşa mühendisi Lerci ve yardımcısı Durest adlarındaki iki uzman ve beraberlerindeki Fransız ustaları İstanbul’a getirir. Artık Osmanlı Donanması kalyon ve diğer yelkenli gemilerinde Fransız ekolü hakim olmaya başlamıştır.
1778 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın Karadeniz’e çıkacak donanmaya komuta etmesi emredilir. Kırım kıyılarda aylarca dolaşan Cezayirli ve donanmasına İstanbul’dan kesin bir harekat emir gelmez bunun üzerine Cezayirli dümeni kırar ve Sinop’a geri döner. Müteakiben rotasını İstanbul’a çevirir ve nihayetinde 12 Ekim 1778 günü tersaneye demirler ve Donanmanın 1778 Karadeniz seferi bu şekilde son bulur.
ARNAVUT İSYANI
1779 yılında Hasan Paşa bu seferde Mora Yarımadası’nda Arnavutların halka eziyet ettikleri ve gereğinden fazla vergi toplayarak halkı bıktırdıkları ihbarı üzerine Mora Seraskerliğine atanacaktı. Bu hakikaten çok ilginç bir durumdu. Koskoca Osmanlı Ordusunda karada icra edilecek ve basit birer inzibat görevi olan bu müdahaleleri yapacak bir karacı Paşa bile bulunamıyor, Kaptan Paşa, görevini geçici olarak devrederek her seferinde farklı bir yerdeki kara harekatını yönetmekle görevlendiriliyordu.
Hasan Paşa daha önceki görevlerinde olduğu gibi bu seferde kendisine verilen görevi en iyi şekilde başarmış ve Mora’daki isyanları bastırmış elebaşlarına gereken cezanın verilmesini sağlamıştır.
1780 -1785 yılları arasında Osmanlı Donanmasının ve Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın önemli bir seferi bulunmamaktadır. Bu süre zarfında Hasan Paşa yine eğitim ve donanma kalyonlarının inşasına ağırlık verecek hatta bizzat kendisi nezaret edecektir.
Derya mevsimi sona erdikten sonra kalyoncu personelin Anadolu’ya dönmeleri büyük sıkıntı yaratıyor özellikle kış döneminde eğitim yapma imkanı kalmıyordu. Bu yüzden Midilli veya İstanköy Adalarından birinde, Sinopta ve İstanbul’da Kalyoncu kışlaları yapılması gerektiğini gündeme getirir. Ancak muhalifleri tarafından hazinede yeterli maddi kaynak olmadığı öne sürülerek bu teklifi geri çevrilir. Buna sinirlenen Gazi Hasan Paşa da masrafın tamamını kendi bütçesinden ödeyerek, Kasımpaşa’daki ambarlar yakınındaki arazisi üzerine Kalyoncular Kışlasını yaptıracaktır.
Gazi Hasan Paşa’nın Mısır Seferi ( 1786 – 1787 )
1786 yılına geldiğimizde Gazi Hasan Paşa Karadeniz’den sonra tekrar güneye rotasını çevirmek zorunda kalacaktır. Çünkü Mısır’da yine işler iyi gitmemektedir. Buradaki asayişi yoluna koymak görevi her zamanki gibi yine Hasan Paşa’ya verilmiştir.
1787 yılı yazı bittiğinde, Gazi Hasan Paşa’nın artık Mısır’daki tüm sorunları çözmüş, isyan eden tüm asileri temizlemiş ve bazılarını da yanına rehin alarak İstanbul’a hareket ettiğini görüyoruz. 21 Ekim 1787 tarihli bu belgeye göre Hasan Paşa Mısır’da Mustafa Kaptan’ı da muhafız olarak İskenderiye’de bırakmayı ihmal etmemiş ve bir an önce burada güvenliği sağlamakla görevlendirilen Arnavut askerlerinin intikal ettirilmesini talep etmiştir.
İKİNCi OSMANLI – RUS SAVAŞI ( 1789 -1791 )
1788 yılına Osmanlı Devleti ile Rusya karşılıklı olarak harp ilan edilmiş olarak girer. Rusların Kırım’ı tamamen ele geçirmek ve Karadeniz’e hakim olma yolunda faaliyetlerini artırdığı bir yıl olacaktır.
Osmanlı Donanması’nın Gazi Hasan Paşa komutasında 3 Mayıs 1788 günü Karadeniz’e çıkmasına karar verilir. Tarihçi Emin Yakıtal Hasan Paşa’nın donanmasını 14 kalyon, 4 fırkateyn ve 47 ince donanma gemisi olarak verir.
Bu arada Ruslar Çeşme Savaşı örneğinde çok büyük faydasını gördüklerinden ve neredeyse tüm donanma gemilerinin idaresi ve komutası özellikle İngiliz subaylar tarafından yürütüldüğünden, Karadeniz’de meydana getirdikleri Donanma içinde yabancı subayları transfer etmek istiyorlardı. Bunlardan biri de Amerikalı John Paul Jones,olmuştur.
Sadece tek bir savaşı kazanmış, hiçbir zaman gemi komutanlığı haricinde bir komuta görevinde bulunmamış, amiral dahi yapılmayarak işine son verilmiş ve daha sonra para için Rus Donanmasında, adını dahi değiştirerek görev yapmış, mezarı bile unutularak tesadüfen 113 yıl sonra bulunmuş biri, her halde sadece ABD’lerinde bir anda milli kahraman olarak ortaya çıkartılabilir ve Donanmanın Kurucusu unvanı verilir.
İşte bu John Paul Jones’un Türkiye ve Gazi Hasan Paşa ile ilgili olan bağlantısı ise, Rusya Donanmasında görev yaptığı kısa süre içersinde Karadeniz’de Osmanlı Ordusuna karşı yapılan Özi Savaşı’na katılmasıdır.
Özi suları oldukça sığdır. Bu suları çok iyi bilen Ruslar ise en büyük iki gemilerinin top sayılarını, daha etkin kullanabilmek maksadıyla düşürmüşlerdi. Böylece daha geniş bir harekat alanında bu gemileri kullanma serbestisine sahip olmuşlardı.
18 Haziran 1788 günü yapılan savaşta Osmanlı kalyonları, sığlıklardan dolayı gerekli manevraları yapamaz, bir çok gemi kuma oturur ve harekattan sakıt kalmaları sonucunda da özellikle ateş gemilerine karşı oldukça hassas bir pozisyona düşerler ve toplarını kullanma şansları kalmaz.
Sığ sularda daha fazla kalmasının bir fayda getirmeyeceğini anlayan Hasan Paşa geri çekilir ve Rusların Sivastopol’da bulunan ana donanmasını aramak üzere Karadeniz’e çıkar. O güne kadar limandan dışarı çıkmamış olan Rus donanması, Osmanlı İnce Donanmasının Özi önündeki yenilgisinden cesaret bularak 29 Haziran 1788 günü denize açılmıştı.
Osmanlı Filosu ile Rus Donanması Yılan Adasına kadar Temmuz ayının durgun denizinde rüzgarsız kalırlar ve nihayetinde 14 Temmuz 1788 günü birbirlerine angaje olurlar. Bu savaşın sonucunu her iki taraf kendi kaynaklarında farklı yorumlarlar. Ancak sonuçta iki taraftan da önemli bir gemi kaybı olmamış ve Rus Filosu Sivastopol’a Gazi Hasan Paşa ise İstanbul’a geri dönmüş ve Büyükdere önlerine demirlemiştir.
Gazi Hasan Paşanın Anadolu Valiliği, ile Özi ve İsmail Seraskerliği 1789
I. Abdülhamit’in 7 Nisan 1789 tarihinde vefat etmesi üzerine adet olduğu üzere yeni padişah tarafından atamalar yapılacaktır. Padişah olan III. Selim ise 20 Nisan 1789 tarihinde bir Hatt-ı Hümayun ile Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı Kaptan Paşalıktan almış ve Ana¬dolu Valiliğiyle, İsmail Kalesi Seraskerliğine göndermiştir. Gazi Hasan Paşa’nın ilk görevi de beraberindeki 5.000 asker ve yanındakiler ile birlikte sınırdaki Bender Kalesi’nin takviye edilmesidir.
Anadolu Valisi ve İsmail Seraskeri olarak Gazi Hasan Paşa Osmanlı’nın o anda Ruslarla olan kara cephesinin neredeyse tamamından sorumlu bir durumdaydı. Dolayısıyla Bender, İsmail, Kili, Akkirman gibi Tuna boyundaki ve şu andaki Romanya ve Moldavya civarındaki tüm kaleleri ve yerleşim birimlerini korumak ve kollamak zorundaydı.
Yaklaşık 8 ay süreyle Valilik ve seraskerlik görevini sürdüren Hasan Paşa, Kethüda Cenaze Hasan Paşa’nın azli üzerine 3 Aralık 1789 tarihinde bu seferde Vezir-i Azam olmuş ancak bu makamda sadece üç buçuk ay kalabilmiştir. Şumnu’da soğuk bir havada, dışarıda dolaşmış, dönüşünde hastalanarak 30 Mart 1790 tarihinde ölmüştür. Cezayirli Gazi Hasan Paşa Şumnu’da yaptırdığı Bektaşi tekkesine defnedilmiştir.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Osmanlı Donanmasında 1390-1445 yılları arasında iki ayrı dönem halinde toplam 35 yıl Kaptanı Deryalık yapan Saruca Paşa, 1622-1644 yılları arasında toplam 22 yıl kaptanı deryalık yapan Uzun Piyale Paşa’dan sonra toplam 19 sene hizmetiyle en fazla görevde kalan 3. Kaptanı deryadır.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Kaptan-ı Derya olarak İstanbul’da kalmayarak, sürekli olarak Ege ve Akdeniz’de dolaşmış ve muhtemel isyan teşebbüslerini yayılmadan bastırmayı başarmıştır. Ancak, onun ölümünden sonra baş gösteren Yunanistan ve Adalar’daki ayaklanmalar, Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın ne kadar kudretli ve dirayetli bir devlet adamı olduğu görüşünu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Tüm bu yaşantısı sonucunda elde etmiş olduğu muazzam servetini de halkıyla ve yoksullarla paylaşmasını bilmiş ve belki de Osmanlı’nın en büyük vakfına sahip bir kişi olmuştur. Hâlen Ankara’da Millî Kütüphane’de bulunan ve 1782 yılında kaleme alınmış olan vakfiyesi incelendiğinde bu husus açıkça görülmektedir.
I.Abdülhamit zamanında Osmanlı Rus Savaşı çıktığında Osmanlı hazinesi oldukça zor durumda kalmış ve tarihinde ilk kez borçlanma yoluna gitmiş ve o anda Osmanlı hazinesinden daha zengin olan Hasan Paşa gerekli olan on iki bin kese akçelik altını şahsi servetinden bir gecede toplayarak vermiştir.
Hasan Paşa’nın efendisi Hacı Osman Ağa’nın kızı Emine Hanım’dan Habibe adında bir kızı olmuş ise de, bu kendisinden önce ölmüştür (1788) ve başka evladı olmamıştır.
O zamana kadar seferden istanbul’a dönüş yapan Osmanlı Donanması personeli köylerine dağılıp veya şehir içinde bekâr odalarında oturarak şehrin düzenini bozarlardı. Hasan Paşa, 1782’de Kasımpaşa’da KalyoncuKışlası’nı inşa ettirerek personelin inzibat ve düzen içinde yaşamını sağlamıştır ki, bu bina hâlen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâh Komutanlığı binası olarak hizmet vermektedir.
Kışla avlusunda ise iki katlı Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii bulunmaktadır. Ayrıca buradaki yazıt ta yine Osmanlı Hat sanatının en seçkin örneklerinden birini oluşturmaktadır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın çok sevdiği ve yanından hiç ayırmadığı aslanı da buradaki yazıtta yaşatılmıştır. Yazı aslanı simgeleyen bir resim şeklinde hak edilmiştir.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, 1773 yılında Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyun’u kurmak suretiyle deniz subaylarının nazarî ve amelî olarak yetişmelerini sağlamış ve böylece III. Selim’in askerî ıslahat yapmasına yol açmıştır. Hatta ilk Nizâm-ı Cedîd askerînin talim gördüğü Levent Çiftliği, Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın kendi kapısı halkını talim ve terbiye ettiği bir kışladır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Tarihi Arşivindeki belgeler ve vakfiyesi incelendiğinde Hasan Paşa’ya ait 9 caminin varlığını görürüz. Sadece bu cami sayısı bile Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın Osmanlı Devletin’de belki de en fazla cami yapmış devlet adamı olduğunu göstermektedir.
Hasan Paşa’nın bu hayratları dışında hâlen Deniz Hastanesi olarak hizmet veren konağı, Üsküdar ile Kuzguncuk arasında, Öküz limanında bir yalısı vardı. Ayrıca I. Mahmud tarafından yaptırılmış olan Topuzlu bendini ve Taksim su tesislerinin de onarımını sağlamıştır.
1890 yılında İstanbul’a toplam 622 yerde (141 adet çeşme, 6 adet sebil) toplam 6131 m3 su verilmekteydi. Cezayirli Gazi Hasan Paşa belki de denizci olmasından kaynaklanan bir hassasiyetten dolayı su konusuna oldukça önem verirdi. Yaşamış olduğu sürece her gittiği yerde öncelikle halkın temiz su içmesine öncelik verirdi. Kasımpaşa’daki kışlası ve donanma için 20 km. uzaklıktan su getirmesi, her yere çeşmeler ve hamamlar yapması onun bu konuya vermiş olduğu önemi ispatlayan en güzel eserlerdir.
Hasan Paşa suya karşı olan hassasiyetini sadece İstanbul’da değil. Osmanlı toprağı olan her yerde de sürdürmüştür. Bugün Limni ve Midilli gibi adalarda Hasan Paşa tarafından yaptırılmış olan su sistemleri hâlen kullanılmakta ve bir çok kişi tarafından takdirle anılmaktadır.
Büyük insanları yetiştiren ülkelere büyük ülke değil, onların kadrini bilen ülkelere asıl büyük ülkeler denir.
Bizimde, bizleri yetiştiren, yuvamızın temellerini atan, Türkiye’de gerçek anlamda eğitimi getiren, ülkemizin her yerinde sayısız hayratı bulunan bu büyük insanımızın müzesini ve hatta bir anıt mezarını yapmamız ve daha önceleri yapıldığı gibi, 30 Martlarda burada anma töreni düzenleyerek kendisine olan borcumuzu bir nebze ödememiz, yeni nesillere kendisini tanıtmamız, tarihe karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmemiz gerekmektedir.